Pozitif psikoloji uzmanı Aydan Bayır Toper, farkındalık, iyimserlik ve güçlü yönlerimiz üzerine odaklanarak stresle nasıl başa çıkabileceğimizi anlatıyor.
Günümüzde neden sürekli stresli hissediyoruz?
Kimyasal, genetik, psikolojik ve fizyolojik sebeplerle oluşabilen stres aslında bedenimizin tehditler karşısında izlediği bir hayatta kalma yöntemi. Beynimizin acil durumlarda bizi korumak için alarma geçirdiği “savaş ya da kaç” tepkisi, namı diğer stres, her ne kadar kısa dönemli tecrübe edildiğinde sonuç bizim lehimize olsa da bu durumun uzun vadedeki etkileri faydasını yitiriyor ve stresin yıpratıcı yüzüyle karşılaşıyoruz. Nörolojik istisnai vakalar haricinde, modern insanın devamlı olarak yaşadığı stres, teknolojiyle kurduğu dengesiz ilişkiden kaynaklanıyor. Uyarıcı bombardımanına tutuluyoruz, talepler arasında sıkışıyoruz ve sonuç olarak doğamıza tezat hızlı bir yaşam tarzı sürdürüyoruz. Zira tüm bu yoğunluk, beynin “savaş ya da kaç” tepkisiyle ilişkili bölgesi amigdalanın daha hızlı aktifleşmesine ve daha yavaş kontrol altına alınabilmesine sebebiyet veriyor. Ancak nihayetinde haberler kötü değil, çünkü amigdalanın sağlıklı bir şekilde çalışmasını, hatta fiziksel açıdan küçülebilmesini sağlayan ve güncel psikoloji araştırmalarının verimliliğini gösterdiği yöntemler mevcut. Farkındalık ve duygusal zekâ uygulamaları bunların başında geliyor.
Pozitif psikoloji stresi azaltmada nasıl bir rol oynayabilir?
Sürdürülebilir ruh sağlığı üzerine yoğunlaşan pozitif psikoloji, bireylerin ve toplumların iyi oluş hallerini geliştirecek yolları keşfetmeyi bilimsel araştırma alanı içine alır. Bu yaklaşım stresi dengelemede bütüncül bir metodoloji izler ve stresin azaltılması kadar yeniden artmaması için yapılabilecekler üzerine odaklanır. Böylelikle stresi tetikleyen çok katmanlı sebepler alanın uzmanları tarafından teşhis ve tedavi edildikten sonra pozitif psikoloji devreye girer. Bu disiplin bize güçlü yönlerimizi tanımamız, ona uygun şekilde yaşamamız, özgün yanlarımızı şefkatle ortaya koymamız, farkındalığımızı geliştirmemiz, şükran duygumuzu hayatımızın bir parçası haline getirmemiz, gerçekçi iyimser olabilmemiz ve hayatın zorluklarına karşı dirayet gösterebilmemiz için bir dizi bilimsel yöntem sunar. Bunlardan faydalanıyor olmak da yaşamdan duyduğumuz tatmin duygusunu pekiştirir ve stresimizi kontrol altında tutar.
Stresin getirdiği olumsuz duygularla nasıl başa çıkabiliriz?
Galiba hepimiz onunla başa çıkmaya çalışıyoruz ve bu durum Don Kişot’un yel değirmenleriyle mücadelesi kadar beyhude, çünkü söz konusu tavır kendimizi yenileceğimizi bildiğimiz bir savaşa sokmaktan farksız. Buna paralel olarak araştırmalar bastırmaya veya yadsımaya çalıştığımız duyguları da daha yoğun deneyimlediğimizi gösteriyor. Oysa stresi bir düşman gibi değil de, içsel dünyamızın sınırları hakkında ipuçları sunan bir pusula gibi algılayabilmek değerli. Beden stres aracılığıyla bir mesaj veriyor, doğru şekilde okuyabilmek için anda, sevecen ve objektif bir şekilde iletişim kurmak gerekli kendimizle. Velhasıl asıl mevzu stresi yenmek değil, özgür irademizi kullanarak onunla ilişkimizi yenilemek. Kimse strese girmek istemez tabii ama önemli olan bu durum tecrübe edildiğinde kaçıngan değil, gözlemleyen; reddeden değil, kabul eden bir tutumla yaklaşmak. Hatta Wisconsin-Madison Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma bu ilişkiyi bir adım ileri taşımamızı ve stresle dost olmamızı salık veriyor. Çünkü araştırmanın sonucuna göre, stresi bir motivasyon aracı olarak görenler, onu sağlıkları için tehdit olarak algılayanlara oranla daha uzun yaşıyor.
Olumlu duygularımızın çoğalmasını nasıl sağlayabiliriz?
Olumsuz duygularımıza yer verebilme cesaretini göstererek. Bu da farkındalığımızı geliştirmek için ne kadar mesai harcadığımıza bağlı. Daha önce bahsi geçen amigdala, bizim refahımızı maksimize etmek amacıyla olumsuz duyguyu yadsıyan, olumlu duyguya ise tutunan otomatik bir eğilim göstermemize sebebiyet veriyor. Oysa duyguların hepsi aynı kanaldan aktığından ötürü, öfkeyi yok saydığımız ölçüde neşeden de uzaklaşıyoruz. Tabii burada amaç kendimizi en derin karanlık duygulara gömmek değil, yapabildiğimiz ölçüde var olan duyguyu tanımak ve bedenimizdeki yansımalarını hissetmek. Altını çizmek gerekir ki, travmatik durumların oluşturduğu duyguların psikoterapi sürecinde ele alınması en doğru olanıdır. Klinik bir tedaviyi gerektirmeyen durumlar içinse meditasyon ve dışavurumcu yazım, pozitif etkisi onlarca deneysel bulguyla kanıtlanmış çok etkili iki yöntemdir.
“İyi oluş” haline nasıl ulaşılabilir?
Mevzu iyi hissetmek olunca, herkes için geçerli olacak tek bir reçete mümkün görünmüyor, çünkü iyi oluş halimiz özgün benliğimizin dinamik yapısıyla ve ihtiyaçlarıyla beraber şekilleniyor. Ama konuya ilişkin iki temel prensibi hatırlamak faydalı olabilir. Birincisi iyi oluş hali; yapılacaklar listemiz tükendiğinde yaşayacağımız, tarifi mümkün olmayan bir mutluluk anı veya doruk noktası deneyimi değil. Zaten çoğu zaman mesele iyi hissetmiyor olmamızdan değil, iyi hissetmekle ilgili abartılı beklentilere sahip olmamızdan ve iyi hissettiğimiz zaman bunu fark etmiyor olmamızdan kaynaklanıyor. Aklımızda tutmamızın yararlı olabileceği ikinci prensip ise yaşam kalitemizi etkileyen diğer her şeyde olduğu gibi (sağlık, beslenme, ilişkiler vb.) iyi oluş halinin de ömür boyu emek gerektirdiği. Farkındalığımızı geliştirmek, ruhsal ve fiziksel ihtiyaçlarımızı mümkün olduğunca dinlemek, sosyal ilişkiler kurabilmek, bize huzurlu hissettiren şeyleri hayatımızda tutmak bir adanmışlık sonucunda mümkün olabilir. Aristoteles’in dediği gibi, “Biz tekrar tekrar yaptığımız şeyiz”.