Şefkate dair en yaygın bilinen şey zor durumda, yardıma ihtiyacı olan birine aktardığımız sıcak, naif ve yardımsever duygulardır. Belki de şimdiye kadar düşünmediğiniz bir şeyden bahsedeceğim; kendi kendimize şefkat göstermek.
Günümüz yaşamı; hep en iyiye, her şeyin ‘en’ine sahip olmayı özendiren tavrıyla ve bu anlamda bireyleri motive etmeye yönelik yaklaşımlar geliştirmesiyle öz-şefkate sahip olmamızı zorlaştırıyor. Hayatımızın büyük bir kısmını sürekli değerlendirilip yargılanacağımız bir başarılar piramidine tırmanmaya adıyoruz. Ebeveynlerimizin, öğretmenlerimizin ve geniş manada toplumun sesini içleştiriyoruz. Aslında kendimize karşı şefkatli olmadığımızı söyleyebiliriz. Çoğumuz yorgunken dinlenmiyor; uyku, yemek ve egzersiz gibi temel ihtiyaçlarımızı ihmal edip kendimizi sürekli zorluyoruz. Kendi kapasitemizden daha fazlası olmayı ve başarmayı beklemek, bizi gergin ve endişeli bir hale getirdi. Başarılı olup takdir aldığımız zamanlarda bile kendimizi rahatlamış hissetmiyoruz, çünkü bu standardı sürekli korumak ve altına düşmemek için daha fazla bir sorumluluğun altına giriyoruz. Öz-şefkat genel olarak, kişinin zor zamanlarda, hata yaptığı durumlarda, sıkıntı yaşadığında ya da zayıf anlarında kendisine karşı duygusal anlamda destekleyici ve anlayışlı olmasını içerir. Kendimize karşı duyarlı olmak, sevdiklerimiz zor zamanlardan geçerken onlara gösterdiğimiz ilgi, destek ve nezaketin benzerini gerektiğinde kendimize de gösterebilmemizdir.
Bizim kültürümüzde ailemize, arkadaşlarımıza ve komşularımıza karşı nazik olmaya büyük önem verilir. Kendimize gelince hiç de öyle değil. Bir hata yaptığımızda ya da bir şekilde yanıldığımızda, kendi başımızı okşamak ve kendimize sarılmak yerine, kendimize bir tokat da biz atarız. Sorunlar bizim kontrolümüz dışındaki güçlerden kaynaklanıyor olsa bile, öz-şefkat kültürel olarak değerli bir yanıt değildir. Biz hep güçlü bireylerin kendi acılarına karşı kayıtsız ve sessiz olması gerektiği mesajını aldık. Maalesef bu tutum, hayatın zorluklarıyla uğraşırken en güçlü başa çıkma mekanizmamızı kullanmamızı engelledi.
Kendimize şefkatli olmak ve bu şekilde yaklaşmak, kişiliğimizin hoşnut olmadığımız veya bizi tatmin etmeyen yönlerini görmezden gelmek veya her yönüyle kendimizi mükemmel ve kusursuz görmek değildir. Bunların farkında olmak ve onlardan bahsederken kendimizi azarlamak, eleştirmek, suçlu ve diğer tüm insanlardan eksik ve farklı hissetmek yerine, onları kabul etmek ve kapsamaktır.
Öz-şefkatin faydaları birçok araştırmayla da destekleniyor. Bu kavramı literatüre kazandıran Kristin Neff’in yapmış olduğu araştırmalar, öz-şefkatin artan mutluluk, iyimserlik ve bağlılık da dahil olmak üzere psikolojik refahla ilgili olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda anksiyeteyi, depresyonu, bize zarar veren mükemmeliyetçiliği azalttığını ortaya koyuyor. Öz-anlayışı yüksek olan bir birey problemlerini, zayıf yönlerini, eksikliklerini tam olarak görür ama yine de kendisine karşı eleştirel ve katı değil, şefkat ve anlayışla yaklaşır. Böylece öz-anlayış olumsuzluklara karşı tampon görevi görebilir ve yaşam kötü gittiğinde bireyin kendisine karşı olumlu duygular geliştirmesini sağlar. Neff, öz-şefkatin üç bileşeninden söz eder. Bunlar; öz-nezaket, ortak paydaşım ve bilinçli farkındalıktır (mindfulness). Neff, basit bir şekilde kendine verilen değer kavramından ziyade, kişinin kendine karşı sağlıklı bir tutum içinde olmasından bahseder. Öz-nezaket kavramı ‘acı ve başarısızlık durumlarında kendi kendini anlama‘; ortak paydaşım kavramı ‘daha büyük insan deneyiminin bir parçası olarak başkalarının deneyimlerini algılama‘ ve bilinçli farkındalık (mindfulness) kavramı ise ‘acı verici duygu ve düşünceleri geçmiş ve geleceğin etkilerinden bağımsız olarak şimdiki anda yargısız bir tutumla ele almak‘ olarak tanımlanıyor. Bu tutumlar acı verici durumlarda, zorluklara rağmen duygularımızı düzenlemeye imkân veren sağlıklı bir kendilik için önemlidir.
Zümra Atalay, Psikoterapist, MEF Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik öğretim üyesi.