Gülümseme bir insanın göze çarpan ilk özelliklerinden, aynı zamanda da en gizemlisi. İçten bir gülümsemenin cezbedici olduğunu inkâr edemeyiz ama dolaylı veya doğrudan farklı duyguları da ifade eder. Bizi şahsımıza münhasır kılan bu davranışımızı mercek altına alırken, estetik kaygılardan ötürü doya doya gülmemize engel olan durumları da ele alıyoruz.
Bilinçli olduğu kadar kalpten gelen bir gülümseme birçok şey ifade ediyor. Sözsüz iletişimin ilk adımı olan bu eylem gerçek olduğunda bağ kurar, samimiyetsiz olunca endişe tetikler, zorlama olduğunda ise rahatsızlık yaratır. Uzun zamandır üzerine araştırmalar yapılan gülme eyleminin tersine, gülümseme bilim insanlarının ilgisini yeni yeni çekmeye başladı.
Hepimiz gülmeyi veya kahkaha atmayı öğrenmeden önce gülümsemeyi öğrendik. Bebekler doğumdan itibaren gülümsemeye başlarlar ve ilk kahkahalar dört ila sekiz aylık arasındayken gelir. Gülümsemek sonradan edinilen kültürel bir alışkanlık değil, içgüdüsel bir eylemdir. İngiliz etolog Desmond Morris’e göre gülümseme, yeni doğmuş insana güven veren ve onu yakınlarıyla yakınlaştıran bir hayatta kalma dürtüsüdür. Uyurken bebeklerin fiziksel bir varlığa tepki olarak “meleklere gülümsediği” söylenir. Bir süre sonra bu gülümsemeyi anne benimser ve anne-çocuk bağı kurulur. Sonrasında çocuk, anne ve babasına cevap olarak gülümseyerek sosyal gülümsemeyi gerçekleştirir. Bir muhatabı olan ve bilinçli gerçekleştirilen bu gülümseme, çocuğu artık sosyal bir birey yapar. Ve zamanla çocuk gülümsemelerini farklılaştırmayı öğrenir.