Günümüzde herkes meşgul! Sanki çevirmeyi bırakırsak düşüp ölecekmişiz gibi, meşguliyet bisikletlerimizin pedallarını durmaksızın çeviriyoruz. Tükenmişlik, psikosomatik rahatsızlıklar, depresyon, kaygı bozuklukları, alkol-madde kullanımı, ilişki sorunları gün geçtikçe artıyor. Peki, bunca koşturmaca ve çaba ile bu kadar çok “iyi”ye sahipken nasıl oluyor da “mutlu” olamıyoruz?
Evrimin üst basamaklarında, bilgi ve teknolojinin nimetleriyle donanırken, popüler kültürün baş döndürücü hız ve taleplerine teslim oluyoruz. Eriştiklerimiz arttıkça, eksiklik ve hiçliğimizin farkına varıyor, kabullenmesi güç bu gerçeğe -sürekli meşgul hallerimizle- umarsızca meydan okuyoruz. Her şeyimizi bu tempoya borçlu olduğumuz yanılsaması içinde, ne zaman ve nerede durmamız gerektiğini kestiremiyor, telaş ve bitkinlikten yaşamın tadını çıkaramıyoruz.
Hep “daha çok olmak” peşindeyiz! Sevgi, saygı, onay, güven, aidiyet, tutarlılık, bilme ve anlamaya dönük temel gereksinmelerimize ulaşmaya çalışan, kendini gerçekleştirmeye dönük bir olmak mı? Avdan daha büyük payı koparabilmek için en iyi olmak mı? Aç kalmamak için diğerlerinden eksik kalmamak mı? Kurda kuşa yem olmamak için herkes gibi -kabilenin parçası- olmak mı? Türümüzün devamı ve seçilimi artırmak için daha gösterişli olmak mı? Daha varoluşsal bir “olmak” mı? Yoksa sahip olamadıklarının derin hüsranını ve yitik yanlarını bizlere miras bırakan atalarımızın aktardığı hedef ve değerler, başarı ve mükemmeliyet peşinde bir “olmak” mı? Hiç erişilemeyen bir “daha çok” ile amacı ve doğrultusu şaşmış bir “olmak” bu…