Aşk nedir? Bir masal mı, hayal mi yoksa “ben yaşadım” diyebileceğiniz bir gerçek mi? Ya hangisi aşk?
Derleyen: Zekiye Yaraş Meriç
Sonu illa ki kötü biten, ayrılan, ölümde birleşen âşıkların yaşadıkları mı yoksa elli yıl (hatta bazen daha fazla) aynı yastığa baş koyanlarınki mi? Aşkı farklı bir bakış açısından tanımlamaya hazır mısınız?
Kime sorsanız aşk için “bir duygudur” diyecektir. Oysa artık genlerimizde bulunan ve birkaç nesil önceden taşıyıp getirdiğimiz hastalıkları öğrendiğimiz bir çağda aşkın da bilimsel açıklamaları olması kaçınılmaz. Kimi, gerçek aşkı unuttuğumuzu; günü, deyim yerindeyse koştura koştura yaşadığımız için aşk gibi narin titreşimlere hayatımızda yer bırakmadığımızı; yine âşık olduğumuzu ama bunu o romanlarda, öykülerde anlatıldığı gibi yoğun yaşayamadığımızı, modern çağın aşkı öldürdüğünü, bizi içinde eze eze yoğuran yaşam koşullarının aşkı yaşamak için bize fırsat bile tanımadığını söyleyecek… Kimi de sadece kullandığımız alet edevatın değil, genel anlamda bizlerin de dijitalleştiğini, konuşmaktansa mesaj attığımızı, kimseye öyle upuzun zamanlar ayıracak halde olmadığımızı, gerçek aşkı da bu yüzden kaybettiğimizi söyleyecek. Kimi de önceliklerimiz olduğunu hatırlatacak. Kurduğumuz düzeni korumak zorunda olduğumuzdan, bu düzeni zaten çok zor ayakta tuttuğumuz için aşk gibi getirisi-götürüsü belli olmayan duygular uğruna harcayamayacağımızdan dem vuracak. Kimi de bunların tümüne karşı çıkacak: “Aşk o kadar ucuz mu? Kutsal bir duygu o bir kere. Allah’ın lütfu. Herkes âşık olamaz. Âşık olamayan, aşktan korkan konuşmasın!” diyecek. Diyecek ama sevgilisiyle çıktığı akşam yemeğinde hem kendisi hem sevgilisi, birbirlerinin gözlerinde kaybolmak yerine sosyal medya hesaplarını en az beşer kez kontrol edecek… Onu suçlamanın âlemi var mı? Ya da soruyu şöyle soralım: Çıkılan bir akşam yemeğinde, partneriyle arasına telefon konuşmaları, mesaj ya da sosyal medya kontrolleri girmeyeniniz var mı?
Sabah ereksiyonu yaşamak
Aşkın yapıtaşı: Güven!
Tam da bu noktada belki de güven duygusunu masaya yatırmak gerekiyor. İnsanlık kadar eski bir gerçek: Güven, insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından biri! Hiç durmadan yanında kendini iyi hissedeceği, hesapsız kitapsız olabileceği, tüm maskelerden arınmış olarak karşısına çıkabileceği birini arama sebebi de bu. Gerçi şu da var; kimse sıfır güvenle hayatta var olamaz, illa ki güven duyduğu birileri hayatına girmiştir. Bu bazıları için annesi, babası, bazıları için ailesi, bazıları için akrabaları ya da arkadaşlarıdır.
Aşkta aradığımız güven de buna benzer çünkü güven, gerçek aşkın ağırlık merkezidir. Güvenin olmadığı, yaşanmadığı ya da rafa kaldırıldığı bir aşk da “anlık” veya “kısa süreli” olmaktan kurtulamaz. Geride bize bomboş avuçlar, yaralı bir yürek, biraz intikam duygusu ve engin bir güvensizlik denizinde çabalama zorunluluğu kalır. Bu yüzden, gerçek bir aşk söz konusu ise eğer, tüm güven problemlerini de aşmış olmamız gerekir.
Ya duygular? Duyguların bizi yönlendirdiğine kuşku yok. Hatta bu yönlendirme bazen öyle farklı boyutlarda gerçekleşir ki Yeşilçam filmlerindeki gibi zengin kız-fakir delikanlı aşkları gözlerimiz önünde yaşanmaya başlar. Ya da şekil değiştirir, kıskançlık olarak ortaya çıkar ve sakin ve biraz da sıradan hayatımızdan sıyrılıp paranoyakça sevdiğimizi takip etmeye başlarız. Aşk biraz da böyle yaşanır: Tek bir girişi olan mağaramızdan aşk sayesinde çıkarız. Kabuğumuzu kırar, yüreğimizi kendi ellerimizle (bazen hiç tanımadığımız) o kişiye teslim ederiz.
Madem duygular bizim kabuğumuzu kırıp bizi gün ışığına hatta bulutların üzerine çıkarıyor, peki o insan kim, âşık olduğumuz o “özel” insanı neye göre, hangi kriter doğrultusunda seçiyoruz! Belki asıl soru şu: Onu nerelerde aramalıyız?
Partnerinizin aklını başından alacak 7 öneri
Aşkı aramak
Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok zira karşı cinsten iki kişinin nerelerde tanışacağı belli. Bu aynı mekânın müdavimliği olabilir, aynı işyerinde çalışmak, aynı spor salonuna devam etmek, aynı mahallede oturmak hatta sabahları işe giderken aynı otobüste o upuzun yolu kat etmek de olabilir. Bunlar işe yaramadı mı? Sizi birbirinize uygun gören ortak arkadaşların çabaları olabilir. Yalnız, bu noktada bilim insanları farklı düşünüyor. Onlara göre bir ilişkinin başlamasından biyolojimiz sorumlu! İddia o ki kişinin yaydığı görsel, akustik ve hormonal sinyaller karşı tarafın algısında etki yaratınca “aşk” ortaya çıkıyor ve âşık oluyoruz. Evet, aşkın bilimi ve mantığı bunu buyuruyor ama kim aşkta mantık arar ki?..
Belki de ruhumuza eğilmemiz ve aşkla ilgili gerçekler için orada birkaç tur atmamız gerekiyordur. Evet, (her ne kadar aşkın içine akıl, mantık vesaire katmak yanlışsa da) bu daha akla yakın görünüyor. Çünkü devamı şöyle: Çocukluktan bugüne kadar yaşanan her türlü deneyim, kişinin gelecekteki arayışını şekillendirdiği için, örneğin çocuk hep annesiyle bir aradaysa, gelecekte annesine benzer bir kadın aramaya başlıyor. Bunun nedeni de her insanın, kendi içinde “eksiksiz ve benzersiz” olarak nitelediği anne sevgisine benzer bir sevginin özlemini çekmesi. İyi de, ya kızlar? Panik yok, onlar da baba sevgisiyle hareket ediyor. Muhalefete devam edelim: Ya anne bırakıp gitmişse, baba alkolikse; (bu kadar kötü yürekli olmaya gerek yok diyorsanız) ya anne ya da baba daha doğmadan önce ölmüşse, hiç olmamışsa hayatımızda?.. Bilim insanları bu kez de, kiminin o sevgiyi aradığını kiminin ise tersini aramaya yöneldiğini öne sürüyor. Değişmeyen şu: Kişiler hep mükemmeli ve en iyisini arıyor! Ancak bu da kişileri ilişkilerde yanlış seçimlere sürüklüyor. Çünkü ya “annemiz-babamız gibi zannettiğimiz” kişilere yöneliyoruz ya da olmak istediğimiz kişiye benzer sevgililer seçiyoruz. Kendimize kurduğumuz hayallerdekine ya da kendimize benzeyen aynalar arıyoruz. Bu noktada işin içine “idealleştirmek” giriyor ki o da başka bir konu…
Daha önce denemediğiniz 17 seks pozisyonu
İdeal aşk var mı?
İdealleştirmek ya da idealize etmek de aşkın temel taşlarından biri… İlişki aşk temelliyse, kendimizi mutlu ve bulutların üzerinde hissediyorsak, karşımızdaki, yani âşık olduğumuz kişi sıradan olabilir mi hiç, elbette “ideal” olacak, öyle değilse bile biz onu idealleştireceğiz, mükemmelleştireceğiz. Böylece tüm endişelerimizden sıyrılmış olacağız. Hatta mutluluğumuz, karşımızdaki kişinin ne kadar mükemmel olduğuyla doğru orantı içinde olacak! Gelin görün ki, böyle bir aşk maalesef uzun soluklu olmayacak çünkü gerçekler er geç karşımıza çıkacak. “Hepsini sineye çekerim, ben onu, yalnız onu seviyorum” diyorsanız dikkat! Siz âşık değil kara sevdalısınız ve bu duygu hem size hem karşınızdakine ciddi zarar verebilir. Bunun anlamı da duygularınızın kontrolünü kaybedebilirsiniz demektir. Size küçük bir öneri: Kimse duygularının kontrolünü kaybetmekten hoşlanmaz! Siz de hoşlanmayacaksınız ve bu (aşka demeyelim de) kara sevdaya veda edeceksiniz. Çünkü her şeyi tek taraflı yaşıyorsunuz…
Duyguların kontrolünü kaybetmek çift olabildiğiniz zaman “iyi” ya da “güzel” bir şey elbette… Çünkü duygular kontrolden çıktığında tutkular dizginleri ele geçirir ve libidoya bağlı olarak yükselen; hayatı, ilişkiyi ve zevki canlı tutan bir dinamik ortaya çıkar. İşte size tam teşekküllü bir aşk! Neden? Çünkü romantik ilişkilerde, kişiler “bir bütün” olma eğilimi gösterir, sen-ben ayrımı ortadan kalkmaya meyleder ve tek vücut olma arzusu tavan yapar…
Aşkın ortamı kalabalık
Bir ve bütün olmanın en somut (ya da en ideal) hali de evlilikler olsa gerek… Yukarıda da değindik, erkekler de kadınlar da sevgilisiyle evlenmeyi düşünmeye başladığında, onda kendi ailesinin iyi ve kötü yanlarını aramaya başlıyor. Bilim bu noktayı şöyle açıklıyor: Evlenilecek insan anne-baba figürü değildir; daha çok anne-babamızı kendi bilinçdışımızda nasıl konumlandırdığımızdır! Haydi bakalım, şimdi bu ne demek? Daha anlaşılır açıklaması şu: Kişi aşk adına her ne hissediyorsa hayal ile (yaşadığı aşk) gerçek (anne-babamızın gerçekliği) arasına yerleştiriyor ve bu sayede bir noktadan diğerine geçebiliyor. Zaten biraz da bu yüzden aşk denen şey iki kişi arasında değil iki kişi ve onların arkasındaki güruh arasında yaşanıyor. O güruh öyle kalabalık ki… Anneniz, babanız, sevgiliniz, onun annesi, babası hatta anaokulundaki ilk aşkınızdan lisedeki platonik aşkınıza kadar geçmişten bugüne duygusal yaşamınızda etkisi olan herkes yanınızda! Zaten küçük bir kıvılcım uzun süreli bir aşka dönüşmüyorsa sebebi de bu.
Bir de zamanlama konusu var. Öyle ya, belki de hayatınız aşkı ile her gün karşı kaldırımlarda ama aynı yöne doğru yürüyorsunuz ve haberiniz bile yok. Bazen işten başınızı kaldıramadığınız için onu tanıyamıyorsunuz, bazen ailenin bütün yükünü siz sırtladığınız için etrafa bakamıyorsunuz, bazen önceki aşklardan kalan kalp kırıkları hâlâ yüreğinize battığı için bazen de bütün suçu kendinize attığınız için… Ama itiraf edin: İçinizde hep bir umut var! Olmalı da zaten çünkü malum, aşkı siz bulmazsınız, aşk gelir, sizi bulur!
Aşk hayattır!
Gelip sizi bulan aşka sobelendiğinizde hesaba katmanız gereken üç şey var: Âşık olduğunuz kişi, siz ve ilişkiniz. “Gerisi teferruat” diyenler kadar bunu kısıtlayıcı bir çember olarak görenler de var elbette. O zaman şöyle yapalım: Kendimize, sevgilimize ve ilişkimize değer verelim ama biraz özgürlük ve farklılığa da hayır demeyelim, nasıl olur? Hmmm, mantıklı (bakın yine mantık dedik) ama kişilerin aşkı yaşama ve arzuyu tetikleme şekli de farklı bir yandan. Kimi ikili ilişkileri “romantik bir sözleşme” olarak tanımlıyor. Üstelik bu, her türlü romantik ilişki için de geçerli olabiliyor: Evli çiftler, birlikte yaşayanlar, ilk eşinden çocuğu olup yeni bir ilişkiye başlayanlar vesaire vesaire, aklınıza ne gelirse… O zaman yapılacak olan şu: Aşkınızı ifade etmek için hem özgün hem de özgür olun! Aşkınızı tüm sadeliği ve en somut haliyle dile getirin gitsin. Değil mi ki insanlar o ilişkiden bu ilişkiye koşuyor, bazen aynı anda birçok ilişki yaşıyor, her seferinde “bu daha farklı” diyor ama hep aynı hataları tekrarlıyor ve umut edip kaçtığı her ne varsa gidip yine aynı çıkmazda kayboluyor; o zaman siz niye “Seni seviyorum” ya da “Sana aşığım” sözcükleriyle kodlanmış o bir çift kelimeyi karşınızdakine söylemekten çekiniyorsunuz? Hem… aşkta çekinmek, korkmak, utanmak var mı ki? Reddedilebilirsiniz, evet, bu mümkün. Ama gönül sizin, onda (aslında sizde tabii ki) bu kapasite varsa şöyle düşünmek daha iyi sanki: “Benim aşkım bu değil! Aramaya devam…”
Leo Buscaglia’dan yazılacak bir son söz, buraya çok yakışır bence: “Aşk hayattır. Aşkı ıskalarsanız, hayatı ıskalarsınız!”