Kızarmış kanarya, erik turşusu, çiğ baykuş yumurtası… İnsanlık tarihi alkol tüketmeye başladığından beri akşamdan kalma hissinin çaresini arıyor.
Son zamanlarda içkiyi fazla kaçırdığınız oldu mu?
Alkol tüketmeye başladığımızdan bu yana –araştırmacılar henüz tam insan haline gelmemiş atalarımızla on milyon yıl kadar önce başladığını düşünüyor– ardından gelen korkunç etkisine de katlanmak zorunda kalıyoruz. Hoş bir şeyin fazlası güzel olmaktan çıkıyor. Korkunç baş ağrısı, susuzluktan yapışmış bir ağız, mide bulantısı, titreme, sersemlik ve genel halsizliğin korkunç bir karışımı olarak kendini gösteren “akşamdan kalma” durumuna yol açıyor. Nahoş belirtilerinden antik Mısırlılar, antik Yunanlılar ve Eski Ahit’in yazarları da bahsettiğine göre, uzun zamandır başımız bela olan bir illet bu.
İçki ertesinin çaresiz mağdurları, binlerce yıldır bu soruna çare bulmaya çalışıyor. Yunanlılar lahananın iyi geldiğine inanıyor. 1. yüzyılda yaşamış olan, 37 ciltlik Doğa Tarihi’nin yazarı Büyük Plinius, şarabın içine çiğ baykuş yumurtası kırmayı ya da üzerine tuz ve biber serpilmiş (kafası kesik) kanarya kızartması öneriyor. Japonlar erik turşusu, Almanlar salamura ringa, Kanadalılar ise üzerine lor peyniri ve sos dökülmüş kızarmış patatesten oluşan koca bir porsiyon poutine öneriyor. Kendini kötü hisseden Avustralyalılar, çareyi bir fincan yeşil karınca çayı içmekte arıyor. Acı içindeki Haitililer –ya da en azından vuduya inananlar– doğrudan öç alma yoluna gidiyor, suçlu şişeyi tıpasına 13 siyah başlı iğne saplayarak lanetliyor.
Plinius’u örnek alan Amerikalılar, çiğ yumurta, Worcestershire sosu ve Tabasco’dan yapılan ve bir yudumda içilmesi tavsiye edilen Prairie Oyster adlı karışıma başvuruyor. 1920’lerde Paris’teki Harry’s Bar’da yaratıldığına inanılan, baharatlı domates suyu ve votka karışımı Bloody Mary akşamdan kalmanın çaresi olarak duyuruluyor. Efsaneye göre Wall Street bankerlerden Lemuel Benedict tarafından eğlenceyle geçen bir gecenin ardından (muhtemelen kötü bir baş ağrısıyla) New York’taki Waldor Oteli’nde kahvaltı ederken keşfedilen eggs benedict de öyle. John Pemberton’un 1886’da piyasaya çıkan Coca-Cola’sı da aslında akşamdan kalmaya karşı çare olarak üretilmişti. Ki kafein ve kokainden oluşan o zamanki etkili bileşimi düşünüldüğünde gerçekten de bu işlevi görmüş olabilirdi.
Çubuklarla servis edilen salamura umeboshi Japonya’da akşamdan kalma çaresi olarak kullanılıyor. [Fotoğraf: JTB Photo/UIG, Getty Images]
İçki içenlerin yüzde 77’i arada mutlaka akşamdan kalmanın acılarını çekiyor. Bazı şanssız kişiler, diğerlerine göre içkiden daha çok etkileniyor. Örneğin kadınlar, akşamdan kalmanın etkisini erkeklere kıyasla daha kötü yaşıyor. Bunun nedenlerinden biri, genelde erkeklerden daha hafif olmaları ve bedenlerinde daha az su bulunması. Bir diğer neden de midede ve karaciğerde alkol moleküllerini parçalayan alkol dehidrogenaz enziminin (ADH) kadınlarda daha az olması.
Alkol, ADH tarafından asetaldehide dönüştürülüyor ve sonra da aldehit dehidrogenaz (ALDH) adı verilen bir enzimin saldırısına uğruyor. Doğu Asyalılar işte bu noktada akşamdan kalma sahnesine giriyor. Doğu Asyalıların yaklaşık yüzde 40’ı, ALDH’nin etkisiz bir türünü üretiyor. Ve bu onların alkolü işleme yetilerini zayıflatıyor. Genleri bu farklı enzime sahip olacak şekilde gelişmiş olan kişiler daha hızlı sarhoş oluyor, sarhoş olurken yüzleri kızarıyor –bu duruma Asya parıltısı adı takılmış– ve alkolün acımasız artçı etkilerinden çok daha fazla acı çekiyor.
İşin can sıkıcı tarafı, akşamdan kalma sorunuyla bu kadar uzun süredir uğraşmamıza rağmen bilim insanlarının buna tam olarak neyin yol açtığını bilmiyor olması. Su kaybından çokça bahsediliyor. Alkol, normalde bizi çok fazla idrara çıkmaktan alıkoyan vazopressin hormonunu baskılıyor. Çılgınca bir partide eğlenen vazopressin fakiri kişilerin, tuvalete gitmek için oldukça fazla zaman harcamasının nedeni bu. Bir başka olası sorumlu da, mide bulantısı ve kusmaya yol açan daha önce bahsettiğimiz asetaldehit adlı zehirleyici bileşim olabilir.
Öte yandan, akşamdan kalma durumu bize karşı saldırıya geçen bağışıklık sistemimizin suçu da olabilir. Bazı araştırmaların ortaya çıkardığı sonuçlara göre, bol içki içilen çılgın bir gecede bağışıklık sistemimiz, normalde bedenin hastalıklarla mücadele ederken harekete geçirdiği sitokin adlı molekülü pompalıyor. Aşırı alkol alınması durumunda, sitokinin gereksiz koruma faaliyeti aşırıya kaçınca, baş ağrısı, mide bulantısı ve yorgunluk gibi belirtilerin yanı sıra konsantrasyon bozukluğu ve hafıza fonksiyonlarında zayıflama gibi sonuçlar ortaya çıkıyor olabilir.
Akşamdan kalma durumuna neyin yol açtığı bilinmediği için, çaresini bilmiyor olmamız hiç şaşırtıcı değil. Ancak içtiklerimize dikkat ederek durumu biraz düzeltebiliriz. Kötünün de kötüsü bir akşamdan kalma durumu, içtiğimiz içkideki konjener yoğunluğuna da bağlı olabiliyor.
Konjener, alkolün fermentasyon sürecinde ortaya çıkan kimyasallara verilen ad. Ve temel kural, içki ne kadar koyu renkse konjenerlerin o yadar yoğun olduğu yolunda. Burbon ve viski konjener açısından zengin olduğundan, billur gibi votka ve cine kıyasla çok daha zorlu bir ertesi gün deneyimine yol açıyor. Kırmızı şarap ise chardonnay‘e göre insanı daha çok yere serip şikayet ettiriyor.
Akşamdan kalma durumuna yol açan şey her neyse, ülke ekonomilerinin iyiliği için çaresinin bulunması gerekiyor. ABD’de, çakırkeyif, kafası karışık, perişan ve/veya işe gelemeyen çalışanların ekonomide yol açtığı kayıp yılda 220 milyar dolara çıkabiliyor.
Akşamdan kalmaya karşı elimizdeki en iyi çare, çoğu araştırmacının da hemfikir olduğu gibi alkol içmemek. Ya da en azından aşırıya kaçmadan içmek.
Kaynak: http://www.nationalgeographic.com.tr/makale/kesfet/aksamdan-kalmaya-tarihteki-en-tuhaf-careler/2704