ABD’ye karşı Avrupa, Japonya, Çin ve Rusya cephesi oluşuyor

ABD Türkiye’ye yaptırım uyguluyor. Almanya Türkiye’ye ekonomik yardım vaadinde bulunuyor, Katar 15 milyar dolarlık yeni bir yatırımı ve 3 milyar dolarlık döviz swap hattını gündeme getiriyor; Çinliler ise nakit sıkıntısı çeken Türkiye’ye milyarlarca dolar tutarında kredi sağlıyor. Çinli analistler krizin Türkiye’yi Çin’in “Tek Kuşak, Tek Yol” stratejisine dahil etmek için önemli bir fırsat sunduğunu belirtiyorlar. ABD Başkanı Donald Trump, Kuzey Akım-2 boru hattından Rus doğalgazını satın alacağı için Almanya Şansölyesi Angela Merkel’i fırçalıyor. Merkel ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le bir araya gelip boru hattıyla ilgili anlaşmayı duyuruyor ve aynı zamanda Suriye’nin yeniden inşası için Rusya’yla işbirliği yapacaklarını belirtiyor.

ABD İran’a ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı ve Batılı sigorta şirketleri İran’ın petrol tankerlerini sigorta etmeyi durdurdular. Çin bunun üzerine ithal ettiği petrole İranlı şirketlerin sigorta uygulamasını kabul etti ve petrolü İran tankerleriyle taşımaya başladı.

Bu arada, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas “Avrupalı şirketleri (Amerikan) yaptırımlarından korumak amacıyla” dolardan bağımsız yeni bir uluslararası ödeme sistemi, bankalar arası yeni bir transfer sistemi ve Avrupa Para Fonu’nun kurulmasını önerdi. Ayrıca Amerikan internet şirketlerine dijital vergi uygulanmasını teklif etti.

Kuşkusuz Mas’ın önerileri şimdilik söylem aşamasında, somut bir şey yok. İran ya da Rusya’ya yaptırımlar söz konusu olduğunda Avrupalı şirketler Amerika’nın kararlılığını test etmek istemez. İran’la iş yapan uluslararası şirketlerin ABD’deki faaliyetlerine ikincil yaptırım tehdidi Avrupalı şirketleri İran petrolünü satın almaktan vazgeçirdi ve yatırım planlarını da iptal etmelerine neden oldu.

Ancak uzun vadede, Amerika’nın tavrına karşılık olarak yatırım tercihlerinde ortaya çıkacak değişimlerin Çin’in Avrasya ihtiraslarını destekleyeceği aşikar. Aslında Avrupa ve Japonya’nın Çin’e yönelik politikasındaki yön değişikliğinde stratejik vizyondan çok oportünizmin etkili olduğu söylenebilir. Çin de ticaret savaşı sırasında Amerika’nın rakiplerine yardım karşılığında pazarlarını açmaya hazır.

Nitekim Almanya’nın üç büyük otomotiv üreticisinin Çinli şirketlerle ortaklık ve büyük çaplı genişleme planları dönüm noktası sayılabilecek nitelikte. Siemens ve BASF gibi Alman devleri de Çin’de büyük projeleri gündeme getirirken, BMW Trump’ın vergilerinin üretim kapasitesini Güney Karolina’dan Çin’e kaydırmasına yol açabileceği uyarısında bulundu.

Öte yandan, Japonya’nın en büyük otomotivcilerinin de Almanya’nın izinden gittikleri gözleniyor. Toyota Çin’deki üretim kapasitesini yüzde 20 oranında artıracağını duyurdu ve Nissan da aynı şekilde, kapasitesini artırmak için 900 milyon dolarlık bir yatırım kararı aldı. Japonya Çin’le tarihsel gerilimleri nedeniyle bu ülkenin otomotiv pazarında Almanya’ya kıyasla çok daha küçük bir paya sahip. Bununla birlikte, Japon otomotiv üreticileri ABD’yle yaşanan gerilimi fırsata çevirebileceklerini düşünüyorlar.

Öte yandan, Avrupa ve Çin’in uzun zamandır gündemde olan ama Amerikan yaptırımlarıyla daha da alevlenen Türkiye’deki mali krize yanıtı da ekonomik ittifakların ne kadar hızlı değişebildiğinin göstergesi.

21 Ağustos tarihinde Çinli finans haberleri sitesi The Asset şunu yazdı: “Türkiye’deki ekonomik kriz Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ı mali destek bulmaya zorlarken, bu durum Çin’in bölgedeki “Tek Kuşak Tek Yol” projesi kapsamındaki planlarını hızlandırması için de kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor.”

The Asset’teki yazıda, Erdoğan’ın IMF’ye gidip, mali yardım karşılığında acı reçeteyi kabul etmektense yeni dostlar aramayı tercih ettiği kaydedildi. Haberde şu ifadelere yer verildi: “İlk olarak Katar Türkiye’ye 15 milyar dolarlık yatırım yapacağını duyurdu. Katar medyası paranın ekonomi projelerine ve yatırımlarına harcanacağını yazdı. Ancak Çin’in de Türkiye’nin darboğazı aşma planlarında önemli bir yer kapladığı görülüyor. Nitekim şubat ayında Türkiye, Çin piyasalarında Panda tahvili ihracı planladığını ve bunun için de Banka of China, ICBC ve HSBC gibi bankalara talimat verdiğini duyurdu.”

Aslında bunlardan hiçbiri sürpriz değil: Katar Türkiye’nin güvenlik konusundaki yardımına karşılık veriyor. Çin ise Türkiye’yi uzun zamandır Avrasya lojistiğinin Batı’daki son kapısı olarak görüyor. Ancak asıl sürpriz Almanya’dan geldi; Merkel hükümeti Suriyeli mülteci krizinin yönetimi ve diğer konularda Türkiye’nin işbirliğine karşılık Ankara’ya mali yardımda bulunmayı planlıyor.  Berlin yönetimi, ABD’yle başta tutuklu papaz olmak üzere pek çok konuda sürtüşme yaşayan Türkiye’nin acil ekonomik ihtiyaçlarını kendi ajandasını uygulamak için önemli bir fırsat olarak görüyor.

Avrupa genel olarak Asya’nın dünya ekonomisine en önemli büyüme marjını sağlayacağı görüşünde. Asya halen global ekonomik büyümenin beşte üçünü sağlıyor. Çin’deki 1,4 milyarlık nüfus ve Güneydoğu Asya’daki 600 milyon kişinin yaşam standardı Batılı sanayileşmiş ülkelerinkine yaklaşırken, Japonya dışındaki Asya dünyanın en önemli büyüyen pazarı olacak.

“Akıllı telefon” nosyonu ve e-finans
Öte yandan, The Journal of American Affairs’te 2017 yılında şöyle bir makale kaleme almıştım: “Buharlı motor ekonomide ilk büyük devrimi yarattı; akıllı telefon ise ikincisini kotaracak. Yetenek küresel ekonomide en az bulunan kaynak ve geniş bandın yaygınlaşması da dünya pazarlarını bu az sayıdaki yetenekli kişiye açacak. Sermaye e-finans aracılığıyla dünya ekonomisinin kılcal damarlarına nüfuz edecek.”

Böyle bir tablo karşısında Türkiye Çin açısından özellikle önemli çünkü şimdiden yüzde 50’yle dünyanın en yüksek akıllı telefon penetrasyonuna sahip. Türkiye’nin hedefi 2023 yılında nakitsiz bir topluma dönüşmek. Halen Türklerin yaklaşık üçte biri küçük çaplı, sermayeye aç ve çoğunlukla kayıt dışı aile işlerinde çalışıyor. Çin modeli örnek alınırsa Türkiye üretken ve vergilendirilen iş gücünü üçte bir oranında büyütmek zorunda kalacak ve tüm ticari işlemler mali açıdan şeffaf olacak.

Türkiye’nin Çin’in izinden gidip gitmeyeceği meçhul. Ancak şu bir gerçek ki, Türkiye’nin kararı ne olursa olsun Çin ve Güneydoğu Asya ülkeleri 2 milyar nüfusla dünyanın en yüksek büyüme potansiyeline sahip olacak.

Görüntülenme Sayısı:
578
Kategoriler:
Dünya

Yorumlar yapılamaz.