“TARTIŞMALARDAN KAÇIYORUM”
Her ay bir Psychologies okuru, Psikiyatr ve Psikanalist Robert Neuburger’le ön görüşme yapıyor. Bu ayki okuyucumuz 50 yaşındaki Simon.
“Yaklaşık 20 yıldır terapiye gitme fikri aklımın bir köşesinde duruyordu. Biraz değişik bir hayatım var. Bazen karşımdaki insanların bana hükmettiğini düşünüyorum, oysaki aşağılık kompleksi hissetmek için hiçbir sebebim yok. Tartışmadan, yüzleşmeden kaçıyorum ve ortada bir şey yokmuş gibi davranıyorum. Mesleğim yaratıcılıkla ilgili; obje tasarımı yapıyorum ve tartışmalardan kaçmamın aslında bu yaratıcı sürecimi beslediğini düşünüyorum. Bu yüzden ‘iyileşmek’ isteyip istemediğimden bile emin değilim. O yüzden sizi görmeye gelmiş olma fikri biraz aklımı karıştırıyor” diye söze başlıyor Simon. Robert Neuburger, “Nasıl tasarımcı oldunuz?” diye soruyor.
Simon: Alışılmadık bir şekilde. Çocukluğumdan beri yaratıcılığımı kullanabileceğim bir meslekle uğraşmak istiyordum. Ancak ailem mühendislik eğitimi almamı istiyordu ve okulu bitirene kadar bu tutkumu bir kenara bırakmak zorunda kaldım. Ama beş yıl bir fabrikada çalıştıktan sonra istediğim işi yapmak için istifa ettim. Ve başardım da. Üstelik aileme bakacak kadar kazanıyorum.
Robert Neuburger: Evli misiniz?
S.: Kız arkadaşımla karşılıklı anlaşarak birbirimize bağlandığımız ortak bir hayat sürüyoruz. Bunun yanı sıra üç çocuğumuz var ve iyi bir aile babası olduğumu düşünüyorum.
R. N.: Bu anlaşma yine bir yüzleşmeme isteğinden mi kaynaklanıyordu? Olaylarla bu şekilde başa çıkmayı nasıl öğrendiniz?
S.: Aslında buna küçük yaşta alıştım. Okulda çok sıkılıyordum ama hiçbir zaman asilik yapmadım. Ailemin istediği eğitimi aldım. Sonra büyükannemin vefatına kadar mühendislik işimden ayrılmadım, çünkü sonu belirsiz bir işe kalkıştığımı görmek onu çok üzerdi.
R. N.: Ebeveyniniz hala hayatta mı?
S.: Annemi kısa bir süre önce kalp krizinden kaybettim. Babama gelince, bence tam olarak benim gibi birisiydi. O da mühendisti ama sanki başka bir şey yapmak için doğmuştu, belki mucit olabilirdi. 20 yıl önce intihar etti. Babam üst düzey yöneticiydi ve bir gün genç bir çalışanı ona şiddetle başkaldırdı. Sanırım o günden itibaren dengesi biraz bozuldu. Bazen bu sendrom bana miras kalmış gibi hissediyorum. Babamla aramızdaki en büyük farksa, benim 28 yaşında istediğim mesleği yapmak için işimden ayrılmış olmam. Onun talihsiz eylemiyle karşı karşıya kalma riskini önlemek için her şeyi yaptım. Bunu sonuna kadar başarabilir miyim, elbette bilmiyorum ama hayatımın bana ait olduğunu hissediyorum. Tarihin tekerrür etmemesi için ne gerekiyorsa yaptım.
R. N.: Babanızla çok yakın mıydınız?
S.: Babam biraz eski kafalıydı ama çok sıkı fıkı olmasak bile aramız iyiydi. Örnek alınacak kadar doğrucu biriydi. Artık onu biraz kutsallaştırmaya başlamış olabilirim.
R. N.: Kardeşleriniz var mı?
S.: Benden küçük bir erkek kardeşim var ve bana biraz hükmediyor. Ben de ona itaat etmeye meyilliyim. Mesleki açıdan ondan daha başarılı olmama rağmen bana söz geçirebiliyor. Kuzenlerimle de durum aynı, nedenini anlayamıyorum.
R. N.: Ebeveyninizde egemen olan bir taraf var mıydı?
S.: İkisinin de görevi farklıydı; babam ekonomik açıdan güçlüydü, annem de aile hayatını yöneten kişiydi. Annem güçlü bir kadındı ve herkese karşı çok cömertti. Son 20 yıldır onunla, kardeşimle olduğumdan daha yakındım. Yakında gidip kardeşimin istemediği aile evine yerleşeceğim ve bir süre büyüklerimin hayaletleriyle aynı çatı altında yaşayacağım.
R. N.: Birisine karşı çıkmak ve onunla yüzleşmek zorunda kalsanız, sizce ne olurdu?
S.: Öncelikle düşman edinme riskini almış olurdum. Oysaki hiç düşmanımın olmamasıyla övünürüm. Hayatta bana kazık atan kişilerle bile tartışmadım. Tartışmaya girseydim, kaybetme ihtimalim olurdu. Zaten yüzleşme anlarından hep çok korkmuşumdur. Tıpkı çocukların tramplenden atlarken duydukları korkuya benziyor.
R. N.: İki çeşit korku vardır. İlki, karşınızdakinden, onun sizinle ilgili düşüncelerinden ve size yapabileceklerinden korkmanızdır. İkincisi de ötekini incitme korkusudur. Sizde hangi korku daha baskın?
S.: Aslında ikisi de var, çünkü çok fazla empati kurarım. Kötüleri bile anlayabiliyorum. Kendimi başkasının yerine kolayca koyabiliyorum. Bununla birlikte kurgusal bir öfke yaratıyorum. Benimle dalga geçer veya iyiliğimi suistimal ederlerse, ofiste tek başımayken, karşımda onlar varmış gibi bağırıyorum. Beş dakika sonra yanıma geldiklerinde ise tüm sevecenliğimle onları karşılıyorum. Bu çok saçma ama onları rencide etmektense, bunu yapmayı tercih ediyorum.
R. N.: Şiddet sizi korkutuyor mu?
S.: Ben şöyle düşünüyorum: Aslında insanlık tarihiyle kıyaslayınca hepimiz çok küçük bir zaman diliminde yaşayan, çok küçük varlıklarız ve hayatımızda karşımıza çıkan herkes değerli. Ancak aynı dönemde yaşadığımız için birbirimizle tartışma hakkına sahip görüyoruz kendimizi; sonuçta 200 yıl önce yaşayan biriyle tartışamayacağımıza göre.
R. N.: Kalıtsal anlamda ailede özel bir yeriniz veya misyonunuz olduğunu düşünüyor musunuz?
S.: Evet. Aile tarihine en bağlı olan benim. Geçmişimizi derinlemesine öğrenmek için her şeyi yapıyorum. Teyzelerimden biri bir soyağacı tasarladı ve onun başında saatlerimi geçiriyorum. Bunun çok büyülü bir yolculuk olduğunu düşünüyorum ama kendimi de kaptırmak istemiyorum.
R. N.: Semptomunuzun gerekli olduğunu düşünmenizi ve ona saygı duyulması gerektiğini anlayabiliyorum. Bu zaten herhangi bir engel değil. Tam tersine, dünyevi yaşama ayak uydurmanıza yardımcı oluyor. Öfke ve kininizi içinize attığınız da söylenebilir; her ne kadar bunu dışa vuruyor olsanız da yine de yalnızken yapıyorsunuz ve sizden başka kimse bunu duymuyor. Ama aynı zamanda ailenizin geçmişine de merak duyuyorsunuz ve bunu mesleğinizde kullanıyorsunuz. Bence şu an su yüzüne çıkan kendinize dair bir merakınızın olması. Aslında kendinizi normal görmek istemediğiniz için bir terapistle açık bir diyaloğa girmiyorsunuz.
S.: Psikoterapinin risklerinden birinin de zamanla sadece kendinizi düşünmeniz olduğunu duydum.
R.N.: Hayır. Terapideyken genelde onun bizi nereye götüreceğini bilemeyiz, bu merak uyandırıcı bir şeydir. Ancak sizin eksiğiniz merak değil. Kafanızın içindekilerin bir envanterini yapmanız iyi olacak ama onları düzeltmek için değil. Zaten düzeltilecek bir şey yok; daha çok hafiflemeniz için. Bir şekilde ailenizin, annenizin, babanızın, büyükannenizin tarihsel vârisi gibi yaşıyorsunuz. Bu role fazla kapılıp aşırı yük altına giriyor olabilirsiniz.
S.: Hayaletlerinin esiri olma tehlikesi gibi mi?
R. N.: Evet, çünkü size bu görev biçilmiş. Bazen bir rol “alırız” ve onu bizim seçtiğimizi düşünürüz, oysaki durum öyle değildir. Ve bu zamanla bize ağır gelebilir. Tam da bu soruları kendinize sormaya başlayacak yaştasınız.
S.: Varis olma konusuna dönersek, gerçekten de bazı şeylerden kolay kolay kopamıyorum. O kadar çok kâğıt ve ıvır zıvır var ki; onları ayıklamaya başladım ama hiç kolay olmuyor.
R. N.: İşte konu tam olarak bu. Bir noktadan sonra her şey çok birikiyor ve ayıklama yapmak gerekiyor. Ben bu imgeyi sizinle ve kafanızdakilerle çok iyi bağdaştırabiliyorum.
BİR AY SONRA
Simon: “Gerçekten de birinin beni dinlediğini hissettim, terapist konuşmama ve kendimi ifade etmeme izin verdi ve işin ilginç yanı diyaloğumuz benim sorunumun teşhisi olarak gelişmedi. Sanki farklı bir yolda ilerledi ve başka soruları açığa çıkardı. Aslında bir cevap bulma umuduyla geldim ama soruyla dönüyorum. Bu biraz denge bozucu ama bir profesyonelle sakince konuşmak bana iyi geldi. Bunun sizi geliştirebileceğini hissediyorsunuz. Terapiye gitmek bu hissin süresini uzatacaktır, üstelik sağlığıma da iyi geleceğini düşünüyorum.”
Robert Neuburger: “Güncel psikiyatri, karşımızdaki kişide yolunda gitmeyen şeyleri arama ve patolojik olarak varsaydığımız davranışlarına isim bulma üzerine kuruludur. Teşhis konulması Simon için zor bir süreç olmadı. Ama bu ona nasıl yardımcı olacak? Psikiyatr Georges Devereux’nün dediği gibi, terapistin ilk görevi, hastasının eksiklerini değil, kaynaklarını belirlemektir. Önemli olan pasif değil, aktif noktalarıdır. Bu açıdan bakıldığında; Simon’un merakı, yaratıcılığı ve kendiyle ilgili düşünebilme kapasitesi önemli becerilerdir! Terapiye gitmek normalleşmek için bir adım değil, bazen bastırılmış becerileri ortaya çıkarmaya yarayan, yasaklarımızı yıkan veya kendimizi rahatça ifade etmemizi sağlayan bir süreçtir.”
Yazı: Aude Merieux
Fotoğraflar: Bruno Levy
Çeviri: Ceylan Özçapkın
Kaynak: http://www.psychologies.com.tr/tartismalardan-kaciyorum/