Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, Türkiye’nin döviz talepli bir ekonomik model seçtiğini belirterek, Türkiye Cumhuriyeti yıkılmaya çalışılıyor gibi komplo teorilerinden vazgeçilmesi gerektiğini söylüyor.
Özince, “Ekonomi yönetimi bağımsız, rasyonel, itibar sahibi, istikrar ve güven uyandıracak şekilde teşkil edildiğinde fiyatlar istikrar kazanır” değerlendirmesinde bulunuyor.
TÜRKIYE EKONOMISI tarihi bir dönemden geçiyor. Döviz kurları tarihi seviyelerini görürken gözler Merkez Bankası ve ekonomi yönetiminde. Diğer yandan, geçtiğimiz yıl yüzde 7.4 oranında bir büyüme yakalayan ekonomide çarkların dönmesi için hükümet destek paketleri açıklıyor. Bu ortamda beklentilerini sorduğumuz Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, kur ve faizi öngörmenin imkânsız olduğunu söylüyor. Ancak, borçlara dikkat çekerek yabancı para obligasyonu altına girdiğimizi ifade ederek, Türk lirasının değerini etkileyen unsurlarla ilgili şu değerlendirmede bulunuyor:
“Türk lirasının değeri arz-talep nedeniyle etkileniyor. Birincisi, halk küçük tutarlarda da olsa döviz tasarrufuna yöneliyor. İkincisi, ülkemiz için gerekli ama gücümüz zorlanarak daha çok uluslararası finansman kaynaklarından değil de ticari bankaların kaynak sağlamalarıyla yapılan büyük altyapı yatırımları, köprüler, enerji yatırımları, otoyollar, havaalanı gibi büyük projeler döviz borçlanılarak finanse edilmeye çalışılmıştır. Üçüncüsü de bazen spekülatif artıyor diyoruz. Tabi mümkündür. Eğer mali sektörü, piyasaları derinleştirecek şekilde tesis edemediyseniz spekülasyonla artabilir. Fakat, dövizle ilgili çok önemli bir başka talep de dış ticaret. Yani ithalat talebi.”
İthalatta da enerji önemli bir döviz talebi yaratıyor. Özince, bu nedenlerden dolayı Türkiye’nin döviz talepli bir ekonomik model seçtiğini vurguluyor. Peki bu nerede dengelenir?
“KOMPLO TEORİLERİNDEN VAZGEÇMELİYİZ”
Özince’ye göre, öncelikle Türkiye Cumhuriyeti yıkılmaya çalışılıyor gibi komplo teorilerinden vazgeçmek gerekiyor. “Ekonomi yönetimi bağımsız, rasyonel, itibar sahibi, istikrar ve güven uyandıracak şekilde teşkil edildiği sürece bu konuda fiyat, istikrar kazanır” diyen Özince, diğer yandan bireyin toplumsal mutluluğunun da ölçülmesi gerektiğini söylüyor. Bu konuda Faruk Eczacıbaşı’nın Daha Yeni Başlıyor kitabından bahseden Özince, “Döviz ne kadar artıyor? Faiz ne kadar artıyordan öteye yeni ekonominin parametrelerinin de artık ayırdına varılmalı. Örneğin, çok ciddi bir enflasyon yaşayabilirsiniz. Ama halkınızı bir şekilde mutlu etmeyi başarabilirsiniz. Kısacası, bu dengelenme itibar sağlanmasına bağlıdır. Bize borç verenlere lanet yağdırarak, bindiğimiz tek dal olan bankacılık sistemini yıpratmaya çalışarak ne elde edilir bilmiyorum. Burada sözüm siyasetçilere değil. İş çevrelerine” diyor.
NOTUMUZU TEKRAR YÜKSELTMEK İÇİN ÇALIŞMALIYIZ
Özince, bankacılık mesleğinde uzun yıllar çalışmış ve bir vatandaş olarak şu değerlendirmede bulunduğunu söylüyor: “Benim penceremden bakıldığında, itibarın olmazsa olmaz unsur olduğunu, ekonomiyi sürdürmek için dış teknolojiyi bırakın, dış paranın şart olduğunu görüyorum. O zaman bu bir süre daha değişmeyecekse biz yatırımlarımızı, mevcut borçlarımızı sürdürebilmek için dahi kredibilitemizi eski seviyesine çıkartmamız lazım. Yani, ‘notumuzu haksız yere kırdılar’ı bırakıp, kredi notumuzu ne yapıp edip eski seviyelerine çıkartmamız lazım. Bütün dünya böyle yapıyorsa, bizim de öyle yapmamız lazım. Bu hiçbir şekilde o notu benimsediğim ve o notun ortaya çıkışıyla ilgili faktörlere de itibar ettiğim anlamına gelmesin. Ama dünya bunu kabul etmişse, daha doğrusu borç verenler bunu gerekli görüyorsa biz de borç alırken düşünmeliydik. Şimdi de düşünmek mecburiyetindeyiz.”
“Türkiye, dünyada para bolken, ucuzken çok iyi yapıp birçok yatırıma borçlarla girmiştir. Bunların üstesinden de gelebilecek kapasitededir” diyen Ersin Özince, Türkiye’nin derhal bu durumunu realize edip, işi gerçekten bilen, işin yükünü omuzlayanlarla koordine ulusal politikaları devreye sokması gerektiği uyarısında bulunuyor.
KGF FAYDALI OLDU AMA DOLAYLI VERGİLER DE AZALTILSIN
Hatırlanacağı gibi KGF kredileri geçtiğimiz yıl Türkiye ekonomisinin yüzde 7.4 büyümesine önemli katkıda bulundu. Bu yıl da KGF’nin yeni dilimleri serbest bırakılırken, diğer yandan ekonomiye ivme sağlayacak yeni teşvik paketleri açıklandı. Bu önlemlerin ekonomiye yararı olduğunu ama serbest piyasa ekonomisinde bu tür politikaların süreklilik arz edemeyeceğini kaydeden Özince şöyle devam ediyor: “Bunların gerçek rekabetçi sistemler nasıl çalışıyorsa o yöne dönmesi lazım. Tabi Türkiye’de hâlâ çok ciddi verimlilik noksanlarının olduğunu düşünüyorum. Maalesef bunun en başında da finansal ve ticari hayatın maliyetlerinin çok ağır olması geliyor. Bu birey açısından da böyle. Örneğin, bugün her bireyin kullandığı, adeta nüfus cüzdanı gibi taşınması mecburiyeti çıkmış cep telefonu gibi bu tür mal ve hizmetlerin dolaylı vergilerden etkilenmesini doğru bulmuyorum. Beni bir tüketici, bir evebeyn ve aile üyesi olarak gençlerin yarınları ilgilendiriyor. Bugün gençlerin yaşayacağı dünyanın çok daha hesap verebilir bir dünya olması gerektiğini, teşvik yapılacaksa ekonomiye dolaylı vergilerin mümkün olduğunca azaltılmasını, vergi adaletinin sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Vatandaşın teşvik edilmesine ihtiyaç var.”
Özince, vergi, faiz düşürmekle değil, adil ve hesap verilebilir bir mali sistemin kurulması gerektiğine dikkati çekiyor. “Bu kurulmadığı takdirde, ekonominin ne kadar büyüdüğü, ne performans gösterdiği, ne destek aldığı, hangi işadamlarını ilgilendiriyorsa onlar düşünsün. Bankacı olarak KGF kredileri çok hoşumuza gitti. Bir daha olsun” diyor.
GÜNÜMÜZÜN REKABET DÜNYASI HER İŞİ BAŞARMAYI GEREKTİRİYOR
Türkiye ekonomisi çalkantılı bir dönemden geçiyor ancak, dünyada da riskler artmış durumda. Özince, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz sorusuna şu yanıtı veriyor:
Dolaylı vergilerin azaltılması gerektiğini belirten Ersin Özince, “Vatandaşın teşvik edilmesine ihtiyaç var” diyor.
LİDER, GELECEĞİ ÖNGÖREBİLENDİR
DÜNYADA TEKNOLOJI bankacılıktan sanayiye, bireylerden devletlerarası ilişkilere kadar herşeyi hızla değiştiriyor. Yeni ekonomi tüm ezberleri bozuyor. Örneğin, Amazon, Aliba, Uber gibi kurumlar iş yapış şekillerini değiştiriyor. Dünyadaki bu değişimi anlayabilmenin ileriyi öngörebilmeyi gerektirdiğini kaydeden Özince, “Siz şunun farkında vardık. Bunu yapmamız gerekiyor dediğinizde zaten ona ihtiyaç kalmıyor. Bizden sonrakilerle nesil farkını çağdaş kalarak, sosyal değerlerle olursa azalır zannediyorduk. Bu yeni kültür arayı çok açıyor. Bu nedenle, örneğin bugün bir bankanın yönetim kurulu başkanıysanız, internet bankacılığını öğrenmek zorundasınız. Bu değişim bütün kişilerin derdi. Diğer yandan, ulus-devlet mefhumu da belki en zor dönemlerini yaşayacak. Çünkü, halen politikalar, ekonomi, siyaset ve her türlü sosyal kurum halen ulus-devlet tanımıyla götürüyor. Onun için bir yandan da ulusal ekonomi politikalarına ihtiyacımız var” diyor.
Bundan 10 sene önce Türkiye’nin tekstil, müteahhitlik ve bankacılık gibi alanlarda başat bir ülke olduğunu kaydeden Özince şöyle konuşuyor: “Banka franchise’ları çok iyi paralar etti. Ama bugün o franchise’lar acaba ne kadar geleceğin bankacılığını yapabilecek? Pazarın hızı ne kadar güçlü devam edecek? Burada söylemek istediğim, Türkiye özellikle 2000’li yılların konsolidasyonuyla yeni bir akıl yakaladı. Bu geleceğe bakmaktı. Atatürk’ün çok iyi bir ifadesi var. Diyor ki, lider geleceği öngörebilendir. Bu geleceğin toplumunda yeriniz olsun istiyorsanız, geleceği öngörüyor olabilmeniz lazım.”
“Yeni ekonomiye mi hazırlanmalıyız?” sorusuna ise Özince şu yanıtı veriyor:
“Zaten yaşanıyor. Dünya ticareti geliştikçe ekonomi bundan nasıl etkileniyor? Diyelim ki, siz analog telefon imal ederken, dijitale geçince ithalatçı durumuna düştünüz. Veya pamuk ipliği üretiyordunuz ama sentetik gelişince siz edilgen konuma düştünüz. Şöyle örnek vereyim: Pamuk üreten bir ülkeyken bir gün baktınız Pakistan’da iplik sizin pamuğunuzdan ucuza geliyor. Siz bunu anlamaya çalışırken, bir baktınız ki Çin’den ham bez Pakistan ipliği fiyatına geliyor. Yani bunları yakalamaya çalışmanız doğru ifadeler değil. Ama olmazsa olmaz birşey var. O da liberal, ileriye dönük ve rekabetçi bir ekonomi yürütmeniz lazım. Kapitalizm mi, özel sektör mü, devlet mi karar vermeniz lazım. İkisini birbirine harman ederek onların ilişkilerini hesap veremez hale ERSİN ÖZİNCE
“Ulus devletlerin çok zorlanacağı kanaatindeyim. Bugün Trump’ın sürpriz sayılan politikalarının dahi kendi ulusunda cevabı var. Birçok entelektüel eleştiriyor ama destek buluyor. Bunun sadece ekonomik değil, siyasi alanda da destek bulduğunu görmeye devam edeceğiz. ABD, kendi menfaatleri için tüm politikalarıyla bir ulus devlet olmanın gereğini yapıyor. Jeopolitik sıkıntılar nihayetinde realitelerdir. Türkiye’nin jeopolitik sorunları her zaman vakidir. Hangi ülkenin jeopolitik sorunu az? Az olanlar var tabi ama Türkiye’den daha çok olanlar da var. Örneğin, Lübnan’ın jeopolitik sorunları bizden fazladır. Ama Ortadoğu’nun önemli finans konsantrasyonlarından biri. Kısacası, artık günümüzün rekabet dünyası her işi başarmayı gerektiriyor. Yani siz finansı başarırken siyaseti başaramazsanız, her ikisini başarırken kredibiliteyi başaramazsanız, herşeyi dört dörtlük yapıp da moderniteyi, sosyal hayatı değiştirmeyi başaramazsanız olmaz.”
Genç nüfusa vurgu yaparak, en önemli sermayenin insan olduğunu kaydeden Özince, her göreve gençlerin gelmesi gerektiğini söylüyor. Artık bilgi toplumunda her işin hesabının sorulduğunu kaydeden Özince, “Eskiden genel kurullarda küçük bireysel yatırımcıları görürdük. Şimdi 1.000’e yakın kurumsal, çoğu yabancı yatırımcı öyle sorular soruyor ki, birçok şeye karşı çıkıyorlar. Hesap verebilir olduğunuzda, aslında neyi doğru yapıyorsunuz onun reklamını yapmaya gerek yok. Onun için performansı ölçülen devlet mekanizmalarının, sosyal, iktisadi mekanizmaların bu yüzyılda çok sorgulanmaya başlayacağını düşünüyorum. Devletler de vatandaşları nezdinde itibar kaybedecekler. Çünkü çok daha güçlü ve güvenilir platformlar ortaya çıkıyor. Örneğin, birçok insan internet üzerinden bilgi ediniyor, paylaşıyor. Bugün bir kişi neredeyse bir araştırma şirketi kadar insandan eğilim alabilir durumda” diyor.
HATIRLANACAĞI GIBI 2001 yılı sonrasında yeniden yapılanan bankacılık sektörü örnek gösterilmeye başlanmıştı. Bugün gelinen noktada bankacılık sektörünün biraz fazla konservatif kalıp kalmadığı konusunda Özince şu değerlendirmede bulunuyor: “Böyle denemez. Ama bankacılık sektörümüz öteden beri defalarca söylediğim gibi, ekonominin motoru mali sektörün yegane ayağı olması nedeniyle zaten yetersiz. Yüklenmesi aşırı ölçülerde. Yani topladığı mevduatın yüzde 150’sini kredi olarak vermiş. İhtisas bankaları var ama geneli için söylüyorum; esas ihtisas alanı ve görevi ticaretin finansmanı olması gerekirken, gayrimenkulün finansmanına, kalkınmanın finansmanına, yatırımların finansmanına soyunmuş bir bankacılık sektörü var. Kısacası, bankacılık dediğiniz zaten eksik bir organ. Ticari bankaların yanı sıra diğer bankaların da gelişmiş olması, finansman yöntemlerinin özellikle gayrimenkul finansmanının ayrı geliştirildiği, sermaye piyasalarının bütün mal ve hizmetlerin borsası haline gelmesi ile ancak bir mali sektör oluşturabilirsiniz. İş ondan sonra konservatif misiniz? Önde misiniz, geride misinize gelir.”
Bankacılık sektörünün mucizeler yarattığını söyleyen Özince, “Kendi işlerini yaptığı yetmiyormuş gibi bu kadarını da üzerine yapıyor. Bir de fevkalade bir itibar sorunuyla başa çıkmaya çalışıyor. Çünkü ister istemez eldeki yegane mali sektör unsuru buymuş gibi göründüğü için herkes herşeyi ondan bekliyor. Yani tasarruf sahibi de herşeyi ondan bekliyor. Kredi bekleyen de özel sektör de devlet de yabancı da ondan bekliyor. Böyle bir dünya yok” değerlendirmesinde bulunuyor.
BANKACILIK SEKTÖRÜ 2003-2007 ARASINDA ALTIN ÇAĞINI YAŞADI
Bankacılık sektörünün 2003-2007 arasında altın çağını yaşadığına dikkati çeken Ersin Özince şöyle devam ediyor: “Bankacılık sektöründe doyum noktası çoktan aşıldı. Bana katılanlar var, katılmayanlar var. Sektörde kredi/mevduat oranı yüzde 150’lerde. Bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik rasyoları güçlüdür. Özkaynağı Türk lirasından, borcu dövizden olduğundan bu süratle değişebilir. Bankacılık sektörü geçmişe nazaran güçlüdür. Bankacılık sektörü yanlış değerlendiriliyor, itibarı ve cazibesi tahrip ediliyor. Buna sahip çıkması gerekenler çıkmamakta. Bu nedenle de banka hissedarları açısından iştah kaybediliyor. Bugün bankacılık sektöründe en büyük problemimiz geleceğin Türkiye’sinde banka sermayedarı bulmak olacak. Sermayedar girmesi bir kıymet ifade etmiyor. Hangi sermayedar, hangi beklentilerle, hangi yüklenimlerle, hangi maddi manevi birikimi getirerek geliyor. 2000’li yılların sonrasında uluslararası sistemde önemli rolü olan büyük bankaların ülkemize gelmesi çok önemliydi. Şimdi gelenler de sefa geldi hoş geldi. Ama gelenin bize ne getirdiğine ve bunun ne kadar sürdürülebilir olduğuna bakmak lazım. Yarın ilişkiler bozulduğunda diyelim ki bozulursa, rotasında değişiklik olacak mıdır? Ya da bir bankanın sermayedarı değişirse,
İTİBARLI ŞİRKETLER DE ALDIĞIMIZ RÜZGÂRLARLA SIKINTIYA MUHATAP OLUYOR
YAPILANDIRMANIN borçlunun ödeme gücüne göre yapıldığını, bankaların 10 binlerce bireysel krediyi de yapılandırdığını vurgulayan Ersin Özince, “Ama bu işlerin de bir haddi olması gerekiyor. Hadle ilgili durum, sistemi bilmiyorum. Bankalar Birliği Başkanı değilim. Ama başında olduğum kurum açısından, yeter ki borçluların işleri düzelsin, ülke ekonomisinin durumu düzelsin çok daha fazlasına müsaade edebilecek düzeydedir. Her bir olayda biz borçlunun da bu yapılandırmanın ileriye dönük yüklerini tereddütsüz taşıyabileceğini, üretebilir, değer yaratabilir hale geleceğini görmek durumundayız. Aksi takdirde o borçlunun eğer imkânı varsa, aktifleri elden çıkartarak işlerini belki başkasına devretmesi, yine rekabet ekonomisi açısından en sağlıklı sonuç olur. Kaldı ki, borçlular borçlarını yapılandırmak açısından kendi realitelerini, bankacılık sektörü de çok regüle edilmiş bir sektör olarak kendi kurallarına bağlıdır” diyor. Özince, “Sorunlu kredi halini alan her bir lira bugünkü sermaye yeterlik oranlarıyla 8 kat kredi ilişkisinden bizi engelliyor. O bakımdan da bunlar arzu edilen şeyler değildir. Çok seçerek yapılması lazım. Ümit ederim bu tür sıkıntısı olan firmalar artmasın” diyor.
Özince, yapılandırmaya konu olan kredilerle ilgili olarak da, “Hatanın çoğu bizde. Yanlış finansmandır. O finansmanın öyle yapılmaması da düşünülebilir. Bankacılık sektörü yapılandırdığı her kredide oradaki hatanın çoğunluğunun kendisinde olduğunu düşünmelidir” değerlendirmesinde bulunuyor.
ŞU ANDA BANKALARIN gündemindeki bir konu da yeniden yapılandırmalar. Büyük grupların yapılandırmaya gitmesi önümüzdeki döneme ilişkin kaygılar yaratıyor mu? Türkiye’nin hep bir sermaye sorunu olduğunu, bunu da borçlanarak temin etmeye çalıştığını kaydeden Özince, dışarıdan sağlanan borçlanmanın da dövizle yapıldığını hatırlatıyor. “Bu herşeyden önemlisi Türkiye’nin ulusal ekonomik politikalarına önemli ölçüde engel olan bir şey” diyen Özince, Atatürk’ün, “Siyasi bağımsızlık iktisadi bağımsızlıkla taçlanır” sözünü hatırlatıyor. Özince, “Ulusların tabi ki dış borçlanması olacak. Ama borçluysanız, borcu nasıl ödeyeceğinizi düşünerek hareket etmeniz lazım” diyor.
Sadece yapılandırmaya giden firmaların değil, hepimizin borçlu olduğunu ifade eden Özince şöyle devam ediyor: “Türkiye ekonomisi devletiyle, devlet kefaletli ilişkileriyle, kurumlarıyla borçlu. Çünkü, iç tasarruflar büyümüyor. Bunu eleştiriyor değilim. O dış borcu alıp, hatta tasvip etmediğim kalkınma yatırım alanlarına tahsis eden bankalardan birinde o kararlara imza koyan biriyim. Ama devlet politikalarında tespit edildiğinde, kişi ve kurumların da o yönde hareket etmesi de ulusal ekonomi unsuru olarak işin gereğidir. Borçlu olduğunuzda itibarınıza çok özen göstereceksiniz. Yani komplo gibi düşünüyoruz. Ne yapıp edip kredi notlarının en yükseğini almamız lazım.”
Bankalardan kredi alan kurumların genellikle malvarlıklarını teminat gösterdiğini hatırlatan Özince, “Halbuki bankalar, farklı performanslara bakmak zorundadır. Örneğin, likidite dengesi. Kredi notunun da en önemli unsurlarından biri. Yani, gelir gider durumu. Bu borçları aldın, şirketin vadesinde ödeyebilecek mi? Krediyle köprü, baraj yaptın. Enerji üretebiliyor musun? Bundan kazanç elde ediyor musun? Yani kısacası, ister borçlu olun ister kamusal veya sermayedarlarınıza hesap verebilecek kişi olun ama bir projeye koyduğunuz kaynağı, önceden yaptığınız planla bağdaşık başarıya götürmeniz lazım. Dolayısıyla, yapılandırmaların hepsi buna uygun olmayan işleri işaret ediyor” diyor.
Yapılandırma ihtiyacı bu şekilde gitmeye devam ederse, mesela kredi notunun düşmesi, paranın değer yitirmesi, borçlanma maliyetlerinin artması, ekonominin sürdürülebilirliğinin azalması, yani olumsuz faktörlerin artabileceğini ifade eden Özince, “Borç verenler de yapılandırmak mecburiyetinde kalır. Ama bu her zaman olan birşeydir. Bunu abartıp, istismar etmek çok yanlıştır. En iyi konumda itibarlı şirketler dahi bu aldığımız rüzgârlar nedeniyle, siyasi, iktisadi, ulusal politikalarımızın uluslararası politikalarla birleştiğinde ortaya çıkan sonuçlar itibariyle sıkıntılara muhatap oluyorlar.
O zaman bunun gereğine bakılır.”
“YAPILANDIRILAN KREDİLERDE HATANIN ÇOĞU BİZDE” OLUYOR
YAPILANDIRMANIN borçlunun ödeme gücüne göre yapıldığını, bankaların 10 binlerce bireysel krediyi de yapılandırdığını vurgulayan Ersin Özince, “Ama bu işlerin de bir haddi olması gerekiyor. Hadle ilgili durum, sistemi bilmiyorum. Bankalar Birliği Başkanı değilim. Ama başında olduğum kurum açısından, yeter ki borçluların işleri düzelsin, ülke ekonomisinin durumu düzelsin çok daha fazlasına müsaade edebilecek düzeydedir. Her bir olayda biz borçlunun da bu yapılandırmanın ileriye dönük yüklerini tereddütsüz taşıyabileceğini, üretebilir, değer yaratabilir hale geleceğini görmek durumundayız. Aksi takdirde o borçlunun eğer imkânı varsa, aktifleri elden çıkartarak işlerini belki başkasına devretmesi, yine rekabet ekonomisi açısından en sağlıklı sonuç olur. Kaldı ki, borçlular borçlarını yapılandırmak açısından kendi realitelerini, bankacılık sektörü de çok regüle edilmiş bir sektör olarak kendi kurallarına bağlıdır” diyor. Özince, “Sorunlu kredi halini alan her bir lira bugünkü sermaye yeterlik oranlarıyla 8 kat kredi ilişkisinden bizi engelliyor. O bakımdan da bunlar arzu edilen şeyler değildir. Çok seçerek yapılması lazım. Ümit ederim bu tür sıkıntısı olan firmalar artmasın” diyor.
Özince, yapılandırmaya konu olan kredilerle ilgili olarak da, “Hatanın çoğu bizde. Yanlış finansmandır. O finansmanın öyle yapılmaması da düşünülebilir. Bankacılık sektörü yapılandırdığı her kredide oradaki hatanın çoğunluğunun kendisinde olduğunu düşünmelidir” değerlendirmesinde bulunuyor.