Bakmak, bakılmak, takip etmek, takip edilmek… Görsel tüketim hayatlarımızı işgal etti. İşte sosyal medya bağımlılığı.
Birçok kişinin Facebook, Twitter, Instagram, Pinterest gibi
sosyal medya uygulamalarına bağımlı hâle gelmesinin nedeni, tanınma ve sevilme ihtiyacı. Diğer taraftan, içinde yaşadığımız dünya her şeyi tüm şeffaflığıyla görme isteğini yüceltiyor ancak özel hayatımızı korumak giderek zorlaşıyor.
DERLEYEN: PINAR FOURREAU
33 yaşındaki Begüm’ün hazırlayıp teslim etmesi gereken raporun üstünden sekiz gün geçmişti. Buna rağmen sabah ofise gittiğinde, patronunun yargılayıcı bakışlarını görmezden gelerek masasına oturduğu gibi Facebook hesabını açtı. Besin takviyesi pazarındaki fiyat dalgalanmaları konusunda hazırlayacağı rapor biraz daha bekleyebilirdi. “Biliyorum, yapmamam gerekir ama artık ritüel haline geldi. Sabah işe geldiğimde ilk iş, bilgisayarımı açıyor ve sosyal medyada olmadığım birkaç saat içinde neler olmuş bakıyorum. Çevremi ve iş arkadaşlarımı unutuyorum. Bunun ‘gerçek’ hayat olmadığını, gerçek arkadaşların yerini hiçbir şeyin tutmadığını biliyorum ama umurumda değil. Bu tür söylemlerden de bıktım. Canımın istediğini yapıyorum,” diye açıklıyor durumunu. Herkes sosyal medyada ama bazıları diğerlerinden çok daha fazla vakit geçiriyor. Neden bütün zamanımızı sosyal medyada geçiriyoruz?
Nasıl bu bağımlılıktan kurtulabiliriz?
Sadece ergenler değil, birçok kişi gün içerisinde fotoğraflarını Instagram’da yayınlayıp takipçilerinden aldıkları “like”ları sayıyor; bazı kişilerse Twitter’da kendi görüşlerini ve özel yaşamlarını 280 karakterle anlatmaya çalışıp takipçi sayılarını artırmak için ellerinden geleni yapıyor. Pinterest aboneleri ise ilgi alanları ve yaptıkları faaliyetleri sanal panolarında paylaşıyorlar. Her geçen gün daha çok kişi birbirine bakmak, kendini teşhir etmek ve başkaları tarafından görülüp görülmediğini kontrol etmek için daha çok zaman harcıyor.
Kendimizi beğenmek için kendimizi gösteriyoruz
Bakma ve görme meselesinin özüne indiğimizde sosyal medya çılgınlığını ve ona neden tutkuyla bağlanıldığını anlayabiliyoruz. Çünkü Freud’un “
skopik dürtü” kavramıyla tanımladığı gibi, gözlerimizi kullanmak bize heyecan ve keyif veriyor. Freud ilk defa 1905 yılında Cinsellik Üzerine kitabında bu dürtünün çekim gücünü anlatıyor; görmek bebeğin dünyayı keşfetmesini sağlar, aynı zamanda da ilgisini çeken bir nesneye bakmak, “gözleriyle nesneye dokunmak” zevk verir.
Bu görme dürtüsü diğer cinsel dürtülerle eşit ağırlıktayken giderek diğer zevk alma dürtülerinin önüne geçiyor ve hepimizi
sosyal medyada röntgenci ve teşhirciye dönüştürüyor.
“Görse imgelerin önemli bir yer kapladığı bir toplumda yaşıyoruz,” diyor Psikiyatr ve Psikanalist Alain Vanier. Görsel imgeler her yerde; güvenlik için bedenlerimizin güvenlik cihazlarında tarandığı havalimanlarında, röntgenle anatomimizin incelendiği tıp alanında, bilgisayar ekranlarında, sürekli bağlı olduğumuz akıllı telefonlarımızda. İmajlar dünyayı anlamamıza yarayan diğer yollara göre çok daha güçlü. Görme sayesinde kendi varlığımızın bilincine varıyoruz. Altıncı aya doğru bebek, anne-babası aynanın karşısında “Bu sensin” dediğinde, kendi görüntüsünü tanır. Çocuk aynaya yansıyan bu görüntü ve ebeynin onu seven bakışları sayesinde kimliğini oluşturur, kabul eder ve annesi ya da babası onu sevdiği için kendini sevilebilir bir kişi olarak görür.
“İlk başlarda Twitter’da yazmak yetiyordu, sonra Instagram’ı yükledim. O günden beri sürekli telefonumla çektiğim fotoğrafları paylaşıyorum,” diyor 1.300 kadar takipçisi olan 25 yaşındaki Mert. “Fotoğrafların filtreleri ve açılarıyla oynuyorum. İlgi çekici resimler paylaşmaya çalışıyorum ve sabırsızlıkla takipçilerimden gelecek ‘kalpleri’ bekliyorum. Ne kadar çok kalp alırsam, o kadar mutlu oluyorum. Yaptığım şeyin özel olduğunu ve başkaları tarafından takdir edildiği duygusunu yaşıyorum.”
Teknoloji bağımlısı mısınız?
Alain Vanier’ye göre “like” almak, sevilme ihtiyacımızın göstergesi. Aldığımız beğeniler, bize bakıldığının ve beğenildiğimizin bir kanıtı. “Eğer mutfağımda tek başına bir bardak bir şey içtiğim sırada, birinin beni izlediğini ve izleyenin izlemekten keyif aldığını bilirsem, günlük sıradan bir faaliyet benim için çok daha ilgi çekici hâle gelir. Benim yaptığım bir hareket diğerinin ilgisini çekiyorsa, o zaman bana değer veriyor duygusu oluşur. Tıpkı çocukken, ‘Baba bak!’, ‘Anne bak!’ dememiz gibi, onların beğenisi olmadan kaydıraktan kaymak kesinlikle daha az eğlenceliydi.”
“Facebook, Twitter, Instagram, Pinterest hepsinde aynı ilke işliyor,” diyor Psikanalist Catherine Mathelin-Vanier. “Yayınladığımız görseller aracılığıyla kendimizi gösterebilir, diğerleri için bir zevk nesnesi üretebiliriz.” Jacques Lacan, “Zevk alma, başkasının sahip olduğu bir nesneden biz de yararlanıyormuşuz hissinden doğar,” der. Sosyal medya bize bu olanağı sağlar; bize ait olan görsellere sahip olmanın keyfi ve onlara bakana da sahip olmaya çalışma. Neyi göstereceğimizi seçiyor, kontrol etmeye çalışıyoruz.
Daha cazip görünmek için yalan söyleniyor
33 yaşındaki hemşire Melis de dürtüsel hareket eden bir sosyal medya kullanıcısı ama kendini çekinmeden eleştirebiliyor. “Üyesi olduğum
sosyal medya ağlarında kendime ait çok az fotoğraf yayınlıyorum. Daha çok gündemle, gittiğim yerlerle ilgili fotoğraflar paylaşıyorum. Daha spiritüel görünerek ilgi çekmeye çalışıyorum çünkü hep başkalarının beni aptal bulduğunu düşünmüşümdür. Biliyorum çok aciz bir durum,” diyerek itirafta bulunuyor. Bu aslında, yeni tanıştığımız birine gülümseyerek en iyi hâlimizi göstermek istememiz gibi bir durum. Diğerinin bakışıyla ilgili en büyük sorun, başkasının bizim hakkımızda ne düşüneceğini bilemememizdir. Ne kadar kendimizi en iyi halimizle ortaya koysak da diğerinin ne düşüneceğinden emin olamayız. Sosyal medya bizi bu bilinmezlik için çekiyor: “En iyi halimle görünebilecek miyim?”
Alain Vanier, “Hayatta sürekli olarak izleniyoruz. En iyi fotoğraflarımızı paylaşarak başkalarının bakışlarını yönetmeye, yönlendirmeye çalışıyoruz,” diyor. Çünkü diğer türlü herkes bizi yargılayabilir ve zayıflıklarımızı görebilir. Eşini aldatan ve yolunu kaybetmiş bir erkek maskesinin düşmemesi için, ideal aile babası fotoğrafları yayınlayabilir. 17 yaşındaki Instagram kullanıcısı Ömer ise “Paylaştığım fotoğrafı 20 dakika içinde kimse beğenmezse hemen siliyorum yoksa çok utanıyorum,” diyor.
Diğerlerinin bizi nasıl göreceğini düşünmek, kendimizi nasıl daha beğenilebilir biçimde sunacağımızı belirler. Kendimizi kontrollü bir şekilde başkalarına göstermek isteriz. “Paylaştığımız fotoğraflarla diğerlerini yanılttığımız gibi kendimizi de yanıltıyoruz,” diyor Catherine Mathelin-Vanier. “Diğerleri bizi severse, biz de kendimizi sevebiliriz,” diye düşünüyoruz. Paylaştıklarımız beğenilmezse o zaman hatalı olduğumuzu düşünüp kendimizi suçlu hissediyoruz, aynı küçüklüğümüzde yorgun olan anne-babamızın bizi ihmal ettiğinde hissettiğimiz gibi. Nedenlerini sorguluyor ve hatalarımızı bulmaya çalışıyoruz.
Farkında olmadan kendimizi aldatıyoruz
Psikanalist Gerard Wajcman’a göre, sosyal medyada hayal ettiğimiz “ideal ben”i ortaya koymaya çalışıyoruz. Kendimizi olduğumuz gibi değil de, idealleştirerek, diğerinin ilgisini çekecek “en muhteşem hâlimizle” gösteriyoruz. Şeffaflık kartı oynayalım derken aslında kendimizden uzaklaşıyoruz. Diğerlerinin bizde aradığı şeyi düşünüp aslında cevabı olmayan bir sorgulamaya giriyoruz. Bu başarısız olmaya mahkûm bir sorgulama, çünkü çoğu zaman kendi kendimize şeffaf değiliz.
Facebook ya da Twitter’da dikkatsiz bir paylaşım veya yanlış yorumlama sonucu kaç çift kavga etmiştir? Bir şeyi paylaştığımız sırada neyi gösterdiğimizi bilmiyoruz, diye uyarıyor Gerard Wajcman. Diğerleri bizim hesaba katmadığımız bir şeyi görebilirler. Her şeyi kontrol altına aldığımızı düşünsek de çoğunlukla her şey bizim öngördüğümüz gibi gerçekleşmez. Kötüye kullanımlar olabilir. Özgürce paylaşım yaparken aslında kendi kendimize ihanet ederiz, göstermek istemediğimiz bir şeyleri afişe edebiliriz. Özel hayatı koruma tüm bu beklenmedik sonuçları önler, çünkü ancak bu şekilde kendi kendimize bakıp, düşünüp, sorular sorabiliriz.