Yavaşlamak Hünerdir
Tabiatı telaşlandıramayız. Yağmuru, rüzgarı, gündüzü acele ettiremeyiz. Her şey kendi zamanında gerçekleşir. Aynı şekilde biz de kendi dünyamızın doğal ritimlerine bağlı kalır ve onlara saygı duyarsak, daha farklı ve daha anlamlı bir biçimde yaşamayı öğrenmiş oluruz. Bunun için uzun süre beklemeyi bilmemiz gerekir. Beklemek ve sabır, hayatımızdaki ayrıntıları daha iyi fark etmemizi sağlar. Kusurlu insanlarız hepimiz. Bu yüzden her birimiz biriciğiz. Her şey olmamıza, her şeyi yapmamıza ve her şeyi bilmemize imkan yok. Yetenek ve hünerlerimiz kadar, kusur ve incinebilirliğimiz de bizi tanımlıyor. Japonya’da Wabi Sabi felsefesi içinde kusurluluğun güzelliği adeta kutsanır. Kırılmış bir vazonun çatlakları altın ile doldurulur. Kusurlarımızla daha güzeliz, yeter ki çatlakları altınla / güzel eylemlerimizle onarmayı bilelim.
Eğer kendimizi fişten çekersek, etkisiz ve verimsiz insanlar olacağımızdan korkuyoruz. Halbuki bunun tam tersi doğru. Çok şeyle aynı anda uğraşmak yerine bir şeye derinleşebilmek, bizi daha üretken, etrafıyla daha bağlı ve zorluklarla daha kolay mücadele eden insanlar haline getiriyor. Bir anda pek çok görevle uğraşmak, önemli bilginin süzülüp beyinde kalmasını da zorlaştırıyor. Ayrıca bu önemli bilgiyi kısa ve uzun dönemli belleğimizde depolamamızı da önlüyor. Günümüzün dünyasında sürekli çevrimiçi kalmaya can atıyoruz. Çevrimdışı olduğumuzda önemli bir şeyler kaçırdığımız hissiyatı ile endişeye gark oluyoruz. Bütün bu dijital hamallığın bizi çok canlı kıldığını zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Pek çoğumuz genel bir kırgınlık, yorgunluk ve içsel bir boşluk halinden mustaribiz. Akıllı bir telefon nefes almaz, kalp atımları yoktur veya düşünmez. Ama yine de biz ona sevdiğimiz insanlardan daha fazla vakit ayırıyoruz. Onu güçlü kılan biziz; çünkü zamanımızı, düşünceleri ve ilişkilerimizi tekel altına almasına izin veriyoruz. Bu da yetmezmiş gibi her hareketimizin, bunun sonucunu nereye varacağını bilmeksizin, onun tarafından izlenmesine, incelenmesine ve kaydedilmesine izin veriyoruz. Bu dijital değişim dalgasının sonucunda gerçek zamanlı hayata tecrübe etme imkanımızı kaybediyoruz.
Dijital hayatlarımızı yönetmek neredeyse tam zamanlı bir iş haline geldi. Meşguliyeti bir kılıf gibi üzerimize kuşansak da bu meşguliyet gerçekte hiç de üretken değil. Yapacağımız şey çok basit, bir dijital perhiz uygulamalıyız kendimize. Dijital bağımlılıklarımızı arkamızda bırakarak, hayatla ve gerçek olanla ilişkiye girmeliyiz. Kendinizi katlanabileceğiniz süreler için fişten çekin. Bir gün, bir hafta… Zamanın yavaşlamaya başladığını ve sizin de daha iyi düşünebildiğinizi hissedeceksiniz. Zaman üzerinizde daha az baskı kuracak ve daha nitelikli anlara izin verecek.
Dijital detoks dediğimiz zaman, kişinin akıllı telefon ve bilgisayarları, belirli bir süre için, iradi bir çaba sarf ederek bırakmasını kastediyorum. Yani kendimizi fişten çekebilmek. Böylece etrafımızdaki dünyayla daha fazla etkileşime geçebilmek. Fişten çekmek, dijital aletleri reddetmek veya çöpe atmak anlamına gelmiyor. Tam aksine hayatın doğal ritmi ile yeniden bağ kuracağımız ve içimizi hayatın gerçek ses ve imgeleriyle dolduracağımız bir imkana kavuşmak demek. Önceliklerimizi gözden geçirerek, temel değerler dizgemizi belirlemek ve böylece daha anlamlı bir hayata yol almak. Bir tür “yavaşlama sanatı”. Yavaşlama sanatı, onu doldurma ihtiyacı duymaksızın bir boşluk yaratabilmekle ilgili. Size kendiniz olma imkanı veren, kendi iç sesinizi ve sahici benliğinizi yeniden keşfetmenizi sağlayan bir boşluk. Durup da kendimize ne olduğuna, alem içindeki varoluşumuza, içimizde kımıldayan duygulara bakabilmek için bir imkan. Dur düğmesine bastığınızda hem kendiniz üzerine daha fazla düşünür hem de etrafınızdaki insanları daha kuşatıcı bir bakışla görme imkanı bulursunuz. Yavaşlık felsefesi şeyleri doğal ritmine bırakmak ve o doğal ritme hürmet etmekle olur. Yaptığınız şeylerin niceliğine değil, niteliğine bakmak. Kemiyet değil keyfiyet. Yavaşlamak hünerdir.
Kemal Sayar